Bir Dokunulmazlık Tarihi : İsrail’in Soruşturma Komisyonları

İsrail’in Mavi Marmara Raporu Açıklandı

 

İşgal altındaki Gazze’ye yönelik İsrail tarafından dört yıldan beri sürdürülen ablukayı delmek amacıyla Mayıs ayında Akdeniz’de Gazze’ye yol alan Özgürlük Filosu’ndaki Mavi Marmara gemisine saldıran İsrail donanması, uluslararası sularda 9 Türkiye vatandaşını acımasızca katletmişti. Katliamın ardından Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi tarafından bağımsız bir soruşturma komisyonu kurulmuştu. Aynı şekilde Türkiye ve İsrail tarafları da kendi soruşturma komisyonlarını kurdular.

Mavi Marmara baskınından iki hafta sonra İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu tarafından oluşturulan komisyonda üyeler 85 yaş ve üzerindeki kişilerden oluşuyor. Komisyonun 93 yaşındaki üyesi Prof. Şabtay Rosen Eylül’de ölmüştü. İsrail’in Pazar günü açıklanan Turkel komisyonu raporu, İsrail’in hukuk tanımazlığının, sömürgeci kibrinin ve küstahlığının yeni bir vesikası olarak tarihteki yerini aldı. Rapor, İsrail donanmasının baskında uluslararası hukuka uygun davrandığını öne sürdü.

 

Türkiye’nin BM’nin soruşturma paneline sunduğu ara raporun sonuç bölümünde, İsrail’in insani yardım konvoyuna saldırısının 9 sivilin uluslararası sularda öldürülmesine yol açtığı hatırlatıldı. İsrail’in yaşama hakkı da dahil olmak üzere temel insan hak ve özgürlüklerini ihlal ettiğine dikkat çekildi. Raporda “İsrail’in de İsrail Savunma Güçlerinin 31 Mayıs 2010 tarihinde Mavi Marmara’ya karşı yürüttükleri askeri harekâtta ölen ve yaralananlara tazminat ödemesi gerekmektedir” denildi. (Bkz. Türkiye’nin Mavi Marmara raporu, BBC Türkçe, 24 Ocak 2010 ).

 

Hükümet ve devlet kanadından İsrail raporuna ilişkin ilk yorumlar ise şunlar oldu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, raporu değerlendirirken, ”Bu sipariş üzerine bir rapordur. Kendi ülkesinde hazırlatılan bir raporun kıymeti harbiyesi olabilir mi?” dedi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, İsrail’in hazırladığı Mavi Marmara raporuna ilişkin, “Bizim nezdimizde hiçbir kredibilitesi olmayan, 9 kişinin hayatını kaybettiği uluslararası sularda olan bir olayda, bunu gayriciddi bir şekilde değerlendiren ve neticelendiren, hiçbir uluslararası inandırıcılığı olmayan kendi belgelerinden başka bir şey değildir” dedi.

 

Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi, İsrail’in Filistinlilere ve Filistin ile dayanışma içinde bulunan tüm dünyadan insanlara karşı hukuk tanımazlığı ve sömürgeci küstahlığı karşısında Filistin Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar Çağrısı doğrultusunda İsrail’in uluslararası alanda tecrit edilmesi gerektiğini savunmaktadır. Türkiye ile İsrail arasında dış ticaret hacmi son açıklanan resmi verilere göre 2010 yılında %26 artarak 3,1 milyar dolara ulaştığı bir zamanda, İsrail’e akan her bir kuruşun başta Filistinlilere olmak üzere İsrail’in ırkçı, sömürgeci ve işgalci politikalarına karşı çıkanlara katliam olarak döneceği bilinmelidir. Bu nedenle, Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi sadece İsrail’den “özür ve tazminat” talep edilmesini değil, İsrail ile tüm ikili ilişkilerin kesilmesi çağrısı yapmaktadır. İsrail’den işlediği suçlardan dolayı hesap sorulabilmesi için öncelikle İsrail işgal, sömürgecilik ve apartheid rejimi ile suç ortaklığına son verilmelidir.

 

Geçen ay, Gazze ablukasına dair bir yazısını çevirdiğimiz Yusuf Munayyer’in İsrail’in 2010 yılının Haziran ayında Mavi Marmara katliamına ilişkin soruşturma komisyonu kurma kararına ilişkin yazısını sunuyoruz. Yazıda, İsrail’in daha önceki katliamlarında kurduğu soruşturma komisyonları seçilen vakalar üzerinden inceleniyor. Yazının sonunda varılan “savaş suçları veya sivillerin öldürülmesi ithamlarının olduğu her durumda İsrail bağımsız soruşturmalar yürütmekten veya işbirliği yapmaktan uzak durmuştur” yargısı, İsrail’in son raporu ile de bir kez daha doğrulanıyor.

25 Ocak 2011

Bir Dokunulmazlık Tarihi : İsrail’in Soruşturma Komisyonları

 

Yusuf Munayyer, Palestine Center

 

22 Haziran 2010

 

Geçen hafta İsrail hükümeti, dokuz aktivistin öldürüldüğü filo baskınına ilişkin bir soruşturma başlatacağını ilan etti. Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Birliği (AB) gibi uluslararası örgütlerin yanı sıra Uluslararası Af Örgütü gibi insan hakları grupları, olaya ilişkin bağımsız ve tarafsız bir soruşturma talep ediyor. Nitekim BM İnsan Hakları Konseyi halihazırda bir soruşturma çağrısı yaptığı gibi bir baş araştırmacı da seçti. Türkiye de kendi soruşturmasını başlatmaya karar verdi. Hiçbir şekilde Hamas yanlısı bir tüzellik olarak görülemeyecek Ramallah’taki Mahmud Abbas liderliğindeki Filistin Yönetimi (FY) de İsrail soruşturmasını şiddetle eleştirdi.

 

İtham edilen bir fail – bu durumda İsrail hükümeti – kendi kendisini soruşturmaktan sorumlu olduğunda akıllara belli sorular gelir. Bu kaygıları yatıştırmak için İsrail iki uluslararası gözlemcinin komisyona katılmasına izin verdi. Bunlardan biri olan David Trimble adı da akla bazı soruları getiriyor. Kendisi Nobel Barış Ödülü sahibi, fakat aynı zamanda teröristlere yardım etmekle suçladığı insan hakları örgütlerine yönelik antipatisiyle tanınıyor ve yakın zamanda ülkesinde (İrlanda – Ç.N.) İsrail yanlısı bir kampanya başlatan bir girişimin içindeydi. Diğer gözlemci ise Kanada askeri mahkemesinin eski başkanı Ken Watkin‘dir.

 

Varsayalım ki uluslararası gözlemciler, düşüncelerinden kaynaklanabilecek peşin hükümlerden uzak durdu. Olayların eksiksiz bir değerlendirmesini ortaya koyabilecekler mi? Bu pek olası değil çünkü “[İsrail’in] ulusal güvenliğine ya da Devlet’in dış ilişkilerine önemli zarar vermesi neredeyse kesin”1 olan hiçbir bilgi uluslararası gözlemcilere verilmeyecektir. Esasında İsrail devleti tarafından dikkatle seçilmiş uluslararası gözlemciler, sadece İsrail devletinin onlardan gözlemlemelerine izin verdiği kadarını gözlemler. Sergilenecek bir şey varsa o da komedidir.

 

Buna ve tarafsız bir uluslararası soruşturma yapılması yönündeki uluslararası çağrılara karşın Birleşik Devletler, İsrail komisyonuna destek çıkarak bunu “önemli bir adım” olarak niteledi ve İsrail’in “bağımsız kamu komisyonunun çabuk, tarafsız, güvenilir ve şeffaf bir soruşturmanın standardına ulaşabileceğini” ifade etti.

 

Dünya genelinde birçok kişi bu düşünceleri paylaşmıyor ve İsrail soruşturması karşısında derin bir şüphe duyuyor. Bu şüphe, birçok İsrail hükümet sözcüsünün bizi inandırmak istediği gibi anti-Semitizm ya da İsrail karşıtı duygulardan kaynaklanmıyor. Bilakis İsrail askerlerinin sivil katliamlarına ilişkin uzun kusurlu ya da hiç açılmayan bir soruşturmalar tarihi, birçok kişiyi İsrail’in bağımsız şekilde adaleti sağlayamayacağı kanısına yöneltmektedir: Bu soruşturmaların bazılarının kısa bir incelemesi sırasıyla şöyledir:

 

1953 – Kibya: İsrail hükümeti, sınır baskınlarına karşı cezalandırıcı ve intikamcı bir karşılık olarak Filistinlilere bir mesaj vermek istedi. Yeşil Hat üzerindeki bu köy hedef oldu. Çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 70 Filistinli öldürüldü ve 45 ev yıkıldı. Operasyon emirleri, azami sayıda Filistinli öldürmeyi ve köyün sakinlerini evlerinden sürmeyi içeriyordu. İsrail’in Gül Operasyonu olarak bilinen bu operasyonuna uluslararası tepki yağdı. ABD, can kayıplarından üzüntü duyduğunu ifade etti ve faillerin “adalet önünde çıkarılmasını ve gelecekte böyle hadiseleri önlemek için etkin tedbirlerin alınmasını”2 talep etti. Hiçbir güvenilir bağımsız kamu soruşturması açılmadı. Bu sorumlular içinde İsrail Savunma Kuvvetleri (İSK) Genelkurmay Başkanı Moşe Dayan, Savunma Bakanı Pinhas Lavon ve Kurmay Başkanı Mordechai Meklaf vardı. Meklaf, baskından sorumlu birliğin komutanı Ariel Şaron‘u atamıştı. Şaron, İsrail siyasi ve askeri yaşamında uzun ve tartışmalı bir kariyeri sürdürecekti. Bu yetkililerin hiçbiri suçlanmadı ve hepsi resmi kariyerlerini sürdürdüler.

 

1956 – Kafr Kasım: İsrail vatandaşı Filistinlilerin yaşadığı bu köyde on beşi kadın 47 Filistinli öldürüldü ve bunlardan on biri on beş yaşın altında çocuklardı. On üç kişi de yaralandı. İSK, köylüler evlerine dönerken sokağa çıkma yasağı saatlerini hızla değiştirdi. Binbaşı Shmuel Melinki sokaktaki herkesi “öldürmek için vurma” emri verdi. Mahkemede Melinki, emrin “dönemin ruhuna uygun” olduğunu iddia etti. İsrail Başbakanı David Bin Gurion, bir soruşturma açılması emrini verdi. Birçok Filistinliyi şaşırtarak ilk divanı harp Melinki’yi 43 sivili öldürmekten suçlu buldu ve 17 yıl hapse mahkûm etti. Diğer suçlu bulunanlar Teğmen Cubral Dahan ve Çavus Şalom Ofer on beşer yıl hapse mahkûm edildi. Erler Hreyş ve İbrahim ise 17 vatandaşı öldürmekten yedi yıl hapse mahkûm edildi. Melinki’ye sokağa çıkma yasağını ihlal edenlere göz açtırmaması emrini veren albay sadece teknik bir hatadan dolayı suçlu bulundu ve kınama cezası ile bir kuruş (on sent!) para cezasına çarptırıldı. Cinayetlerden suçlu bulunanlardan hiçbiri nihayetinde üç yıldan fazla hapiste kalmadı. Salıverildikten sonra Melinki askeri istihbarata alındı ve Dahan bir kent belediyesinde işe girdi.

 

1967 – USS Liberty Gemisi: 1967’deki savaş sırasında İsrail hava ve donanma kuvvetleri bir ABD Donanması keşif gemisini bombalayarak geri hizmetteki 34 denizciyi öldürdü ve yaklaşık 170’ini yaraladı. Birleşik Devletler öfkeyle tepki gösterdi. O zamanki Dışişleri Bakanı Dean Rusk, saldırının mutlaka kınanması gerektiğini ve ABD hükümetinin İsrail hükümetinden uluslararası hukukun gerektirdiği disiplin tedbirlerini almasını beklediğini söyledi. İsrail’in iddiası bunun bir hata olduğuydu. İSK Askeri Başsavcısı seçilmiş askeri personele karşı dava açtı, fakat mahkeme, olaydaki hiçbir şeyin “herhangi birinin suçlanmasına gerekçe teşkil edecek makul davranış standartlarından”3 sapmadığına hükmetti. Ardından hiçbir resmi işlem yapılmadı.

 

1976 – Toprak Günü: Celile’deki (kuzey Filistin – Ç.N.) iki Filistin köyü arasında binlerce dunam (Filistin arazi ölçüm birimi, dönümün dörtte biri kadar – Ç.N.) arazinin istimlak edileceğinin açıklanmasının ardından İsrail, hemen sokağa çıkma yasakları ilan ederek ve protestoların yasadışı kabul edileceğini açıklayarak tepki verdi. İsrail’in bu bölgedeki Filistinli vatandaşları, Filistinlilerin özel mülkü olan arazilerin istimlakını protesto amacıyla grevler ve gösteriler düzenledi. Binlerce İsrail polisi ve destek kuvvetlerle alınan sıkı önlemler, altı silahsız Filistinli Arapın ölümü, yaklaşık 100’nünü yaralanması ve yüzlercesinin tutuklanmasıyla sonuçlandı. Hiçbir güvenilir kamu soruşturması açılmadı. Bu cinayetlerle bağlantılı olarak hiç kimse kovuşturulmadı.

 

1978 – Litani Operasyonu: Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) 37 İsraillinin ölümüne yol açan otobüs kaçırma eyleminin ardından İsrail 1978 Mart’ında Güney Lübnan’a saldırdı. Operasyonun sonucu dehşet verici derecede orantısızdı: 1.100 Filistinli ve Lübnanlı öldürüldü. Ölenlerin çoğu sivildi. Operasyon ABD Başkanı Jimmy Carter’ın öfkesini çekti. Carter, İbrahim’in Kanı adlı kitabında BM Güvenlik Konseyi’nde bu ölümlerin kınanması için Dışişleri Bakanlığı’na direktif verdiğini ve eğer İsrailliler operasyonu durdurmayı kabul etmezse Kongre’ye, ABD silahlarının yasadışı bir biçimde kullanıldığını bildirmek zorunda kalacağını anlatır. Sivillerin öldürülmesine ilişkin hiçbir güvenilir bağımsız kamu soruşturması açılmadı.

 

1982 – Sabra ve Şatila: Lübnan’daki bu Filistinli mülteci kamplarında ölenlerin sayısı çoğu sivil olmak üzere 400 ile 3 bin arasında değişmektedir. Katliam, uluslararası tepki çekti ve BM Genel Kurulu, 22 ülkenin katılmadığı oylamada (ABD de oylamaya katılmayanlar arasındaydı) 123 ülke oybirliğiyle katliamı bir soykırım eylemi olarak niteledi. İsrail içindeki geniş çaplı protestolar, İsrail Yüksek Mahkemesi Başkanı İshak Kahan başkanlığında bir soruşturmanın açılmasına yol açtı. Kahan Komisyonu, İsrail’in katliamdan dolaylı olarak sorumlu olduğu ve Ariel Şaron‘un (Kibya katliamından sonra kariyeri hız kesmeden sürdü) kişisel sorumluluk taşıdığı kararına vardı. Kahan Komisyonu, Şaron’un savunma bakanlığı görevinden azledilmesini ve bir daha asla bir bakanlık görevine getirilmemesini salık verdi. Yoğun tartışmalardan sonra Şaron savunma bakanlığından ayrıldı, fakat hükümette devlet bakanlığını sürdürdü. Şaron ilerde başbakan seçilmek üzere yoluna devam etti.

 

1996 – Kana: Güney Lübnan’da İsrail ile Hizbullah arasındaki savaş sırasında yaklaşık 800 Lübnanlı sivil Kana’daki Birleşmiş Milletler yerleşkesine sığınmıştı. İsrail kuvvetleri, BM yerleşkesini bombalayarak 106 sivili öldürdü ve 116’sını yaraladı. İsrail, saldırının vahim bir hata olduğunu ileri sürdü. İsrail Ordusu tarafından yürütülen soruşturma, bombalamanın ardında harita hatalarının olduğunu saptadı. Birleşmiş Milletler aynı fikirde değildi. Katliam yerinden toplanan kanıtların İsrail iddialarının gerçek dışı olduğunu gösterdiğini ve “Birleşmiş Milletler yerleşkesinin bombalanmasının büyük teknik ve/veya usul hatalarının sonucu olmasının muhtemel olmadığını”4 ifade etti. Ölümlerin ardından uluslararası tepkiler Güney Lübnan’daki savaşı sona erdirmek için diplomatik çabaların artmasına yol açarken, katliam ile ilişkili hiç kimse kovuşturulmadı.

 

2000 – Ekim Olayları: İkinci İntifada’nın kıvılcımını çaktığı düşünülen, Ariel Şaron’un Harem-i Şerif’e tartışmalı ziyaretinin ardından İsrail’de ve İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda çok sayıda protesto yapıldı. İsrail’in bu protestoları bastırması, birçok silahsız Filistinli sivil protestocunun öldürüldüğü olaylara neden oldu. Birkaç hafta içerisinde on iki İsrail vatandaşı Filistinli ve bir Gazzeli Filistinli öldürüldü. İsrail Yüksek Mahkeme Yargıcı Theodor Or başkanlığında bu ölümleri incelemek için bir İsrail komisyonu kuruldu. 2003 yılında yayınlanan 860 sayfalık Or Komisyonu raporu, göstericilerin sadece, vatandaşlar olarak protesto etme hakkını kullandıklarına karar verdi. Rapor, İsrailli komutanların bir güvenlik tehdidi olmaksızın keskin nişancıların kullanılmasına izin vermelerini ve İsrail polisinin ölümlere ilişkin kanıt toplamamasını eleştirdi. Sonuç olarak hiçbir yetkili kovuşturulmadı.

 

2002 – Cenin: İkinci intifada sırasında İsrail Başkanı Ariel Şaron yönetimindeki İsrail 1 Nisan’da Cenin’i kapalı askeri bölge ilan etti. Kampa yapılan baskınlar ve savaş, geride çok sayıda ölü ve yaralı bıraktı, yanı sıra sivil altyapı büyük zarar gördü. Ölü sayısı tam olarak bilinmiyor; medya ve gözlemcilerin çatışmanın sona ermesinin üstünden yaklaşık bir hafta geçmeden kampa girmelerine izin verilmedi, bu da bir katliamın örtbas edildiği yönünde yaygın suçlamalara yol açtı. Birleşmiş Milletler ölü sayısını “yarıdan fazlası sivil olmak üzere” 52 olarak veriyor.5 Katliam, dünyanın her yerinde öfkeye yol açtı ve Birleşik Devletler, uluslararası bir soruşturma ile eylemlerinden dolayı hesap vermesi için İsrail’e baskı yaptı. İlk başlarda İsrail BM soruşturmasını kabul etti, ardından fikir değiştirdi. İsrail’de soruşturma açılmadı ve İsrail BM soruşturması ile işbirliği yapmadı. Cenin’deki olaylardan sonra hiçbir kovuşturma yapılmadı.

 

2008-09 Dökme Kurşun Operasyonu: Hamas’ın roket atışlarını sona erdirmek olarak ifade edilen hedefiyle Gazze Şeridi’ndeki 23 günlük İsrail operasyonu, çoğu sivil yaklaşık 1.400 Filistinlinin ölümüyle sonuçlandı. Sivil ölümlerin sayısı, beyaz fosfor gibi tartışmalı silahların sivillerin yaşadığı bölgelerde kullanılması ve BM tesislerinin ve sivil altyapının tahrip edilmesi uluslararası protestolara yol açtı. Yargıç Richard Goldstone başkanlığındaki BM soruşturması, İsrail’in eylemlerinin savaş suçu teşkil ettiğine karar verdi. İsrail, BM komisyonu ile işbirliği yapmayı reddetti ve bugüne kadar sadece bir tane İsrail askerine bir Filistinlinin kredi kartını çalmaktan ve kullanmaktan dava açıldı. En son haberler, bir veya iki askerin daha silahsız sivilleri vurmakla ilgili olarak suçlandığına işaret ediyor. Bundan başka kimseye hiçbir suçlama getirilmemiştir. Operasyonu sevk ve idare eden İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak halen aynı makamdadır.

 

Bu listeye birkaç başka olay daha eklenebilir, ama bu gidişat açıktır. Savaş suçları veya sivillerin öldürülmesi ithamlarının olduğu her durumda İsrail bağımsız soruşturmalar yürütmekten veya işbirliği yapmaktan uzak durmuştur. İsrail soruşturmalarının yürütüldüğü ve askerlerin veya komutanların sorumlu bulunduğu bu örneklerde verilen cezalar kuşa çevrildi ve/veya komisyonun tavsiyeleri bunları uygulama yetkisi olan devletin başındakiler tarafından tamamen göz ardı edildi. Bu olayların birkaçında rolü bulunan Ariel Şaron 1953’te Kibya’dan sonra görevden alınsa ve hapsedilseydi veya Sabra ve Şatila katliamından sonra Kahan Komisyonu’nun salık verdiği üzere bakanlık düzeyinde görev alması engellenmiş olsaydı dahi tarihin akışı nasıl değişirdi merak etmemek elde değil. Aksine Şaron başbakanlığa doğru yükseldi ve 1970’lerin sonundaki Menahim Begin döneminden beri yasadışı İsrail yerleşimlerinin en önemli genişleme sürecini yönetti. Şaron’un kamu yaşamındaki uzun kariyerini sona erdiren İsrail adli sistemi değil, bozulan sağlığı oldu.

 

İşte bu tarihsel bağlamda İsrail geride dokuz ölü bırakan filo baskını soruşturmasını başlatıyor. Heyecana kapılmadığım için beni bağışlayın.

 

Yusuf Munayyer, Washington merkezli Kudüs Vakfı bünyesindeki Filistin Merkezi’nin Genel Müdürüdür. Yazının İngilizce aslına ulaşmak için tıklayınız.

 

Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi tarafından çevrilmiştir.

www.boykotisrail.org

 

 

 

1Bkz: “Hükümet bağımsız kamu komisyonu kuruyor,” İsrail Dışişleri Bakanlığı, 14 Haziran 2010 (http://www.mfa.gov.il/MFA/Government/Communiques/2010/Independent_Public_Commission_Maritime_Incident_31-May-2010.htm)

2Bkz: “Kibya (İsrail-Ürdün) Hadisesi: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı, 24 Kasım 1953” (http://avalon.law.yale.edu/20th_century/mid009.asp)

3Bkz.: “21 Numaralı Kanıt” (http://ussliberty.org/report/exhibit%252021.pdf)

4Bkz: “BM Güvenlik Konseyi Başkanlığı’na hitaben Genel Sekreter’in 7 Mayıs 1996 tarihli mektubu” http://domino.un.org/UNISPAL.NSF/0/62d5aa740c14293b85256324005179be?OpenDocument)

5Bkz: “BM Genel Kurulu’nun ES-10/10 sayılı kararına istinaden Genel Sekreter’in hazırladığı rapor” (http://www.un.org/peace/jenin/index.html)

About bdsturkiye

Filistin İçin İsrail'e Karşı Boykot Girişimi
Bu yazı Siyonizm içinde yayınlandı ve , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.